Yıldızlı Gece, Kaygı ve Kavuşmak

2 Dk. Okuma

Bazı günler o an her ne yapıyorsam bir kenara bırakıp sana koştuğumu hayal ediyorum: Duraklar, insanlar, otoban çizgileri… Van Gogh’un Yıldızlı Gece tablosuna dönüşüyor.

Bunun, boşluklarına dokunmamı sağlayacak tanrısal bir müdahale olduğunu düşünüyorum.

Adımlarımda bir telaş; bir yerlere gecikmiş insanların kaygısıyla yol katediyorum, sana ulaşmam çok önemli. Her şey buna bağlı, yalnızca sana ulaşmama.

Yolumun üzerinde Edvard Munch ile karşılaşıyorum.

─Yüzündeki kaygının sebebi nedir?

─İnsan kaygı, korku ve endişeden yapılmıştır Edvard, bunlar birini hayatta ve canlı tutmak için gereklidir. Aksi takdirde hiçbir şey yapmazdık.

Aceleyle oradan uzaklaşıyorum. Yıldızlı gece yolumu aydınlatırken kasabaları, sokakları geride bırakıyorum. Yanımdan geçen 71 Model Ford Taunus’da Bryan Ferry’nin Slave to Love’ı çalıyor. Aferin oğlum, dibine kadar aşka bulanmışsın. İşte aşkı tüm benliğinde hisseden bir adam.

Her adımım zamanda ve mekanda kırılarak kendi gerçekliğini yaratıyor. Fakat ben bütün alemlerde sana doğru yürüyorum.

Yaklaştıkça nabzım hızlanıyor, damarlarım genişliyor, gözbebeklerim büyüyor… İşte orada, bir kapı, aynasından yansımamı görüyorum. Yansımaların bu dünyadan olmayan bir çift başka göz olduğu söylenir.

─Acaba nasıl görünüyorum

Zile bastığım sürede gözlerimi tam üç defa kırpıyorum. Boğazımı temizliyorum.

Kendi gerçekliğimi yaratmama saniyeler kaldı.

Kapı açılıyor… Eşikte duran afet-i devranı görüyorum. Duruşu, çalımı, gözlerini deviren bir ifadeyle kapıdan girecek olan şeyi tanımlamaya çalışıyor.

Ona doğru yaklaşıyorum. Gözlerim doluyor. Sımsıkı sarılıyorum, tanrım vücudumdaki bütün kemikler kırılıyor sanırım diye geçiyor içimden. Saçlarının kokusunu içime çekiyorum…

O’na sarıldığımda, tüm zamanlardaki gerçekliklerim kavuşmuş gibi hissediyorum.

Adem’in Yaratılışı gibi, ilk günah gibi.

Fakat hiçbir dilde, zamanda ve mekanda sana kavuşmamı betimleyecek bir kelime ile karşılaşamamış olmanın izahını bulamıyorum. Anlatmak o kadar yavan kalıyor ki, bir bilsen.

Sanırım hayatta bazı şeylerin bir izahı ya da tanımı bulunmuyor. Bu yüzden yutkunmak gibi, nefes almak gibi, konuşmak gibi doğal olmalı her şey. Eğer belli bir kuralı olsaydı kavuşmanın, nasıl kavuşulduğunu bilemezdik gibi geliyor.

Nehrin üzerinde küçük bir kayıktayız seninle. Güneşi sırtımıza aldık ve doğuya doğru hareket ediyoruz.

Su sakin, akıntı bizimle. Birbirimize dönüp şöyle söylüyoruz:

Zamanda akan her şey kendi yolunu bulur.

0Shares

Etiketler: ,

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

*