Belirsizliğin Doğası

Belirsizlikler, insan hayatının kaçınılmaz bir gerçeğidir. Hayatın bütün alanlarında karşımıza çıkan belirsizlikler, kimi zaman heyecan verici bir macera kimi zaman ise korkutucu bir yolculuk gibi hissettirebilir. Belirsizliklerin doğası gereği, bizi endişelendirebilirler, çünkü ne olacağına dair bir fikrimiz yoktur. Ancak, belirsizlikler aynı zamanda bizi daha güçlü ve esnek yapar, çünkü karşılaştığımız her yeni duruma adapte olmamızı sağlarlar.Belirsizlikler, hayatın her anında karşımıza çıkabilirler. İş hayatında geleceğimizle ilgili endişelerimiz, sağlık sorunlarıyla ilgili belirsizlikler, ilişkilerimizde yaşadığımız sorunlar, geleceğe dair karar vermek zorunda kaldığımız durumlar… Hepsi belirsizliklerle doludur. Bu belirsizlikler, bazen kaygı ve endişe yaratsa da, hayatın zenginliği ve çeşitliliği de aynı zamanda belirsizliklerden gelir. Belirsizlikler, bizlere farklı deneyimler sunar, bizi yeniliklere açık hale getirir ve hayatın sıradanlığından kurtarır.Belirsizliklerin doğasında yatan güzellik, bize her zaman bir seçenek sunmasıdır. Yaşamın bizi farklı yollara götürebileceği bilinciyle, belirsizliklerin olası sonuçlarını tartabilir, ancak sonuçta seçimlerimizle yolumuzu belirleriz. Belirsizliklerin getirdiği bu seçenekler, bizi hayatın sıradanlığından kurtarır ve hayatımıza anlam katar.Belirsizlikler, hayatın en temel gerçekleri arasında yer alır ve bizimle birlikte var olurlar. Hayatın zenginliği ve çeşitliliği, belirsizliklerle birlikte gelir. Belirsizliklerin getirdiği seçenekler, bizi hayatın sıradanlığından kurtarır ve hayatımıza anlam katar. Belirsizlikler, hayatın kaçınılmaz bir gerçeği olsa da, onların bizim için sunduğu fırsatlar ve deneyimler, bizleri daha güçlü ve esnek yapar. Hayatın akışına kendimizi bırakarak, belirsizliklerle dolu yolda ilerleyebilir ve hayatın bize sunduğu her deneyimi keşfedebiliriz.

Edip Cansever’i Anlamak

Edip Cansever’in şiirleri, Türk edebiyatının en önemli eserleri arasında yer alır. Şair, insanın varoluşsal sorunlarına ve toplumsal hayatın çalkantılarına değinirken, benzersiz bir dil ve üslup kullanmıştır.

Edip Cansever’in şiirlerindeki metaforlar, onun dilindeki sembolizmin yanı sıra, şiirlerinin zenginliğini ve gücünü arttırır. Şiirlerinde sıklıkla kullandığı metaforlar, insanın iç dünyasındaki çelişkileri, kaygıları ve umutları yansıtır. Cansever’in şiirlerinde kullanılan metaforlar, okuyucuya, insanın varoluşsal sorunlarına farklı bir perspektiften bakma fırsatı sunar.

Örneğin, “karanlıkta yüzen yalnız bir çan” metaforu, insanın yalnızlığına ve karanlık içinde kaybolan umutlarına vurgu yapar. Bu metafor, okuyucunun insanın iç dünyasındaki yalnızlığı anlamasına yardımcı olur ve şiirin derinliğini arttırır.

Başka bir örnek olarak, “sıkıntıların güneşi” metaforu, insanın iç dünyasındaki çelişkileri ve acıları anlatır. Şiirlerinde sık sık kullanılan bu metafor, insanın hayatındaki zorlu süreçleri anlatarak, okuyucunun zorlu süreçleri bir fırsat olarak görmesine yardımcı olur.

Cansever’in şiirlerindeki metaforlar, toplumsal hayattaki adaletsizliklere ve sorunlara dair duyarlılığı da yansıtır. Örneğin, “kanayan bir yara” metaforu, toplumsal sorunlara dair bir eleştiri taşır. Bu metafor, toplumun yaralarını ve bu yaraların kanamasını yansıtır. Şair, bu metaforla insanların toplumdaki sorunlara daha duyarlı olmalarını sağlar.

Sonuç olarak, Edip Cansever’in şiirlerindeki metaforlar, onun dilindeki sembolizmle birleşerek, şiirlerinin gücünü arttırır. Metaforlar, insanın varoluşsal sorunlarına ve toplumsal adaletsizliklere dair duyarlılık ve farkındalığı yansıtır. Edip Cansever’in şiirlerindeki metaforlar, okuyucunun şiirleri daha derinlemesine anlamasına yardımcı olur ve insanın iç dünyasına ve toplumsal hayata dair farkındalığı arttırır.

Yalnızlık Üzerine Notlar

Mutlak ki insan, yapısı gereği sosyal bir canlıdır. 
Yalnızlık ise kendi sesimizi duymamıza olanak tanır. 
Her ne kadar kendi sesimizi duymak iyi bir şey olsa da hayatta başka sesler, başka düşler, başka fikirler de olduğunu ve onlarında duyulmaya, anlaşılmaya, kendini ifade etmeye ihtiyaçları olduğunu kendimize hatırlatmamız gerekir. 
Bu çok seslilikten kendimizi mahrum bırakmak, kendimize haksızlık olur düşüncesindeyim. 
Elbette bu çok seslilik kendi doyum noktasına ulaştığında kendi kabuğuna çekilmek, duyduklarını, gördüklerini ve öğrendiklerini sindirmek ister. 
İşte yalnızlık da bu noktada devreye girer. Bu açıdan bakıldığında yalnızlık, aslında insanın kendi çıkarımlarını yapabildiği, daha tarafsız değerlendirmelerde bulunabildiği bir alandır. Böylelikle kendi istek ve beklentilerini daha iyi gözlemleme şansı bulur. Yalnızlığı bir korku odası olarak düşünmek yerine böyle bir yaklaşımda bulunmanın yapıcı olacağı kanaatindeyim.

Etiketler: , ,

Döngünün Bilinci

Hepimiz, kendimizce ürettiğimiz anlamlar için yaşarız. Anlam yittiğinde, amaç son bulur. Bazılarımız için anlam, arayıştır. Biz, bir sonraki günü görmek için bir neden ararız. Bunu ararken çoğu kez kayboluruz. Öyle ki, bir noktada ne aradığımız önemini yitirir. Bu nedenle ben, yaşamı tutkuyu canlı tutmak olarak algılarım. İntihara gelinen noktada bu tutkunun ve heyecanın sönmesi, yeniden yakılamayacak kadar cılız kalması olası muhtemeldir. 
Sorduğumuz sorular, aldığımız cevaplar benliğimizi tatmin etmiyor, sürekli olarak kendi eksenimizde döndürüyorsa, henüz doğru soruyu soramamış dolayısıyla da cevabı tatmin edici bulamamışız olabiliriz.
Söyleceğim şeyin işe yararlılığı konusunda emin olmamakla birlikte paylaşmak isterim. 
Her gün kendimi hayali olarak öldürürüm: Örneğin, metroda trenin gelmesini beklerken önüne atladığımı, yüzümdeki son ifadeyi hayal ederim. Bir vapurdayken kendimi öylece denize bıraktığımı, yaşamak için nasıl çırpınacağımı… 
Tüm bu durumlar içerisinde bunu, ölümün soğukluğunu ve hissizlik halini hissetmek, deneyimlemek amacıyla yaparım. Dolayısıyla yaşadığım şehrin dört bir yanında öldüklerim vardır. 
Zaman zaman var olmak büyük bir acı ve ıstırap verir. Çünkü o an içinde olmak istemediğin bir döngüde varlığını sürdürmek kolay ve katlanılır bir eylem değildir. 
Bu nedenle kişinin varlığını sürdürüp sürdüremeyeceğine karar vermeden önce kendi gerçekliğini yaratması gerektiğine inanıyorum. 
Ancak bu yolla kendimizi doğrulayabiliriz gibi geliyor.

Etiketler: ,

Uykuda II

… Ne zaman uyanacağız diye sordu. 
“İlk iki cemre düştü. Üçüncü cemre düştüğünde o bank da buluşacağız seninle. Toprağın yenilenmesini bekliyorum, uykusundan uyanmasını.” dedim. 
Bahar geldiğinde yanında olacağım. 
Bir anlamla geleceğim yanına ve oturacağım 
Okyanusya gözlerinin kıyısına. 
Ve yüzündeki çiçeklerin kokusundan başımın dönmesini isteyeceğim.
“Nasıl bu kadar eminsin?” diye sordu.
Çünkü gözlerini kısarak bakıyorsun dedim. 
Tıpkı benim gibi. 
Biz farkında olmasak da vücudumuz kendimizi ifade etmemize yardımcı olur:
“Birini gözlerini kısarak dinliyorsan mesela, onu anlamaya çalışırsın. Bu yüzden vücudun tepki olarak gözlerini kısar. 
Bu bir yere bakarken de böyledir, 
baktığın yerdeki gördüğün şeyi anlamak istersin.”

Etiketler: ,

Kendi Aynasında Kaybolan Karaltıyla Konuşmalar II

N’apıyorum ben?…
Hava karardıktan sonra
bir tekrar halinde kendime bu soruyu sorup duruyorum.
Bunu hayatta olup olmadığımı anlamak için yapıyorum, belli ki.
Her gün, hayatla aramda küçük bir bağ dokuyorum.
Küçük bir ilmek.
Buradayım
demek için hayata attığım kancalar.
Uzun ve biçimsiz.
Kendimle başbaşa kaldığım anlar
Bir odada huysuz bir ihtiyarla oturmak gibi bir şey.
Yorgunum ve kalbim ağrıyor.
Yaşam tüm gürültüsüyle kulaklarımda çınlıyor;
fırtına sesleri, ölü uğultular, bir akşamcının hırıltılı sarhoşluğu
ve
kızgın elektrik telleriyle.

Etiketler: , ,

Siyah Boşluklarda Yankılar

Siyah bir boşluğun içinde yürüyorum.
Kafamı nereye çevirirsem çevireyim
Gözlerimin önünden karanlık bir şelale akıyor.
Burası benim içim mi?
Yoksa
Bu karartıyla doldurulmuş boşluk
Ben miyim?
Burası kapkara, yalnızca boğuk sesler duyuyorum.
Bu karanlık
ne için yürümeye başladığımı,
ne zaman yürümeye başladığımı
Silmiş gibi dimağımdan.
Belki de hiç bilmedim.

Etiketler: , ,

Sessizliğin Şarkısı


Sanki bir fırtınanın, boğucu bir karanlığın içerisinde yürüyordum. Önce, uzaktan belli-belirsiz bir ses tınısı duymaya başladım ve sese doğru, elimi alnıma siper ederek yürümeye devam ettim. Yaklaştıkça ses daha da netleşti. 
Kelimeleri duymaya, notaları hissetmeye başladım. 

Artık bunun bir şarkı olduğunu kanıksadım ve sesin kalbine doğru yürümeye başladım. 
İşte tam orada, mavinin beyaza karıştığı bir gök kubbe görünüyor. Gök kubbenin altında heybetli bir çınar ağacı. 
Fütursuzca koşuyorum ağacın gövdesine doğru.
Orada bir ayna, asılı duruyor. 
Sesin kaynağı bu ayna, ona dokunuyorum. 
Bütün varlığım zamanda ve mekanda başkalaşıyor. 
Bir nehir oluyorum, bir rüzgar esintisi.
Nereye savrulacağını bilen, bilinçli bir toz zerresine dönüşüyorum.

Etiketler: ,

Yıldızlı Gece, Kaygı ve Kavuşmak

Bazı günler o an her ne yapıyorsam bir kenara bırakıp sana koştuğumu hayal ediyorum: Duraklar, insanlar, otoban çizgileri… Van Gogh’un Yıldızlı Gece tablosuna dönüşüyor.

Bunun, boşluklarına dokunmamı sağlayacak tanrısal bir müdahale olduğunu düşünüyorum.

Adımlarımda bir telaş; bir yerlere gecikmiş insanların kaygısıyla yol katediyorum, sana ulaşmam çok önemli. Her şey buna bağlı, yalnızca sana ulaşmama.

Yolumun üzerinde Edvard Munch ile karşılaşıyorum.

─Yüzündeki kaygının sebebi nedir?

─İnsan kaygı, korku ve endişeden yapılmıştır Edvard, bunlar birini hayatta ve canlı tutmak için gereklidir. Aksi takdirde hiçbir şey yapmazdık.

Aceleyle oradan uzaklaşıyorum. Yıldızlı gece yolumu aydınlatırken kasabaları, sokakları geride bırakıyorum. Yanımdan geçen 71 Model Ford Taunus’da Bryan Ferry’nin Slave to Love’ı çalıyor. Aferin oğlum, dibine kadar aşka bulanmışsın. İşte aşkı tüm benliğinde hisseden bir adam.

Her adımım zamanda ve mekanda kırılarak kendi gerçekliğini yaratıyor. Fakat ben bütün alemlerde sana doğru yürüyorum.

Yaklaştıkça nabzım hızlanıyor, damarlarım genişliyor, gözbebeklerim büyüyor… İşte orada, bir kapı, aynasından yansımamı görüyorum. Yansımaların bu dünyadan olmayan bir çift başka göz olduğu söylenir.

─Acaba nasıl görünüyorum

Zile bastığım sürede gözlerimi tam üç defa kırpıyorum. Boğazımı temizliyorum.

Kendi gerçekliğimi yaratmama saniyeler kaldı.

Kapı açılıyor… Eşikte duran afet-i devranı görüyorum. Duruşu, çalımı, gözlerini deviren bir ifadeyle kapıdan girecek olan şeyi tanımlamaya çalışıyor.

Ona doğru yaklaşıyorum. Gözlerim doluyor. Sımsıkı sarılıyorum, tanrım vücudumdaki bütün kemikler kırılıyor sanırım diye geçiyor içimden. Saçlarının kokusunu içime çekiyorum…

O’na sarıldığımda, tüm zamanlardaki gerçekliklerim kavuşmuş gibi hissediyorum.

Adem’in Yaratılışı gibi, ilk günah gibi.

Fakat hiçbir dilde, zamanda ve mekanda sana kavuşmamı betimleyecek bir kelime ile karşılaşamamış olmanın izahını bulamıyorum. Anlatmak o kadar yavan kalıyor ki, bir bilsen.

Sanırım hayatta bazı şeylerin bir izahı ya da tanımı bulunmuyor. Bu yüzden yutkunmak gibi, nefes almak gibi, konuşmak gibi doğal olmalı her şey. Eğer belli bir kuralı olsaydı kavuşmanın, nasıl kavuşulduğunu bilemezdik gibi geliyor.

Nehrin üzerinde küçük bir kayıktayız seninle. Güneşi sırtımıza aldık ve doğuya doğru hareket ediyoruz.

Su sakin, akıntı bizimle. Birbirimize dönüp şöyle söylüyoruz:

Zamanda akan her şey kendi yolunu bulur.

Etiketler: ,

İtiraflar

Bazen ne istiyorum biliyor musun, benliğimin önemini yitirdiği bir zamanda, başımı dizine düşürmek. Göğsüne belki de. Her şeyin sesinin kısıldığı, kalbinin sesinin açık kaldığı, salt yaşamı hissettiren gerçek tik-takları dinlemek. Kendimi hatırlamak. Uzun uzun boşluklara dokunmak, onlarla iç sesimle de konuşmak ve anlaşabilmek. İfadenin başka bir boyutunda hep bildiğim ama hiç yaşamadığım anları dinlemek istiyorum.
Gerçekten, göğsümüz birinin başını taşımayacaksa, neden var? Dizlerimiz, birinin hayatını taşımayacaksa. Omuzlarımız neden var, günün sonunda tüm yorgunluğu attırmayacaksa ya da hiçbir şeyi düşünmeden öylece ufka bakmayacaksak?
Zaman zaman sen de kendini kukla gibi hissediyor musun? Sanki görünmez iplere bağlanmış, tam hareket edecekken hareketini kısıtlayan bir mekanizmanın tüm eylemlerini kontrol ettiği ve bir illüzyonun tüm kontrolün sen de olduğu hissini veren iplerle hiç durmadan çekildiğini.
Ya benliğimize unutturulmuş, kendi hikayesinde kendini yönettiğini zanneden, kodlanmış bir canlıdan başka bir şey değilsek.
Ya tam çıkışı bulduğumuzu, duvarların ötesini göreceğimizi düşündüğümüzde yeni duvarlar kuruluyorsa önümüze.
İşte bunu anımsadığım zamanlarda bırakmak istiyorum.
Kontrol, bizi kontrol ediyor.
Kendi zihnimizde ve düşüncemizde özgür değilsek, bütün bunlar… Tüm bunlar yalnızca bana başarısız bir kurgunun sürekli olarak kendini tekrar etmesinden ibaret gibi geliyor. Kendimin başarısız tekrarları.
Temelde bu fikir var. Her başarısız tekrar, kendinden sonra gelecek olan tekrarını yinelemeden, farklı bir başarısızlığı tekrar edecek.
Düşünsene, yaptığımız tüm eylemleri birileri daha önce yaptı. Her şeyi.
Kararsızlık bundan 2 asır önce dahi vardı.
Hala var. Ve biçim değiştirmiyor.
Biz başkalarının başarısızlıklarını tekrar ediyoruz. Hep aynı şekilde, farklı yollardan.
Gökyüzünde gördüğümüz yıldızlar milyonlarca yıl önce söndüler. Hala parlıyorlar. Sadece biz sönüşlerine şahit olmadığımız için hala orada olduklarını düşünüyoruz.
Bu hayat kocaman bir yanılsama.
Tüm bunlar olup bitti.
Kontrolü biraz gevşetmek için iyi bir seçim ne olurdu?
Çünkü sürekli bilinçli durumda olmak çok yorucu…
Sürekli uyanık olmak hiç gardı düşürmemek hep ayakta olmak, fikirde ve eylemde.
Yine de takma kafana, tarihte yaşamış Muzaffer komutanlar bile pes etmişlerdir, bazen.
Her şey kurallara ve nizamlara uymak zorunda değil…
Eğer tüm söylemler kendilerini eşleyebilselerdi, onları neden dile getirmek isterdik ki.
Karmaşa bu yüzden var, düzeni anlamlı kılmak için.
Her şey zıttı ile var olur aksi durumda hiç olmamıştır
Farkında olman için geçen süre, farkında olmadığın şeyleri keşfetmek içindi…
Göremediğim zamanlarda hayal ederim. Orada her şey mümkün. Ve bu “her şeyi” kolaylaştırır, değil mi?

Etiketler: , ,

Kır ve Dök, Yap ve Boz, Yeniden Başla

“Oyuncak dünya oyuncak dünya
Bu oyun çok kolay sen de oyna
Kır ve dök, yap ve boz
Yeniden başla
Hepimiz çocuklarız aslında…”

Rahmetli Yavuz Çetin’in kaosu, kargaşayı ve delirmişliği anlatan en sakin ve anlamlı şarkılarından biri. Bu şarkıyı ne zaman dinlesem, insanların ne denli ince bir çizgi üzerinde yürüdüğünü bir kez daha anımsarım. Bilinen en eski tarihimizden bu yana, kendimize verdiğimiz “insan” kimliğini günbegün yitiriyoruz. Çıkar çatışmaları, şeycilikler, hırslar, bencillikler ve daha nicesi…

Olaylar ve ölümler karşısında takındığımız tavır, mide bulandırıcı değil mi? Bir başkasının yaşam hakkının elinden alınışı, bir ideolojiye, bir inanca, bir politik görüşe göre anlamlı/anlamsız oluşu, rahatsız edici değil mi? Toprağını benimsediğim bu coğrafyada huzursuz bir şekilde bana ait olmayan bir ölümü beklemekten yoruldum. Hangi kesim, hangi görüş, hangi inançtan olursanız olun, insanların birbirini bombalar ve kurşunlarla katletmesi, bir kader ya da bir yazgı olabilir mi?

Bugünlerde kalabalık bir toplulukta yürürken insanların yüzünde görebildiğim tek şey panik, endişe ve korku. Bu devir, yaşamın ve ölümün biçim değiştirdiği garip bir devir.

Birbirimizi yeryüzünden silmek için uğraşıp duruyoruz. Biz kimin öfkesinin kuklasıyız, kimin nefretinin neferleri gibi hareket ediyoruz? Birilerinin inancına ve politikasına hizmet etmek, yoksulluğu ve yoksunluğu gidermek için çaba göstermekten daha mı onurlu ve asil duruyor?

Günün birinde inandırıldığın amaçlar uğruna savaştığın her neyse, sana vaat edilen, çıkarlarınla ters düştüğünde ne yapacaksın? Bilmiyorsun. Belki de düşünmüyorsun.

Sevgisiz, soysuz, onursuz bir yaşamı kazanmak için elinden gelen her şeyi yapıyorsun.

Dünya bir oyun bahçesi ve sen, yaşamı yüceltmek için değil, ölümü haklı çıkartmak için oynuyorsun.

Etiketler: , ,

Kırılma Noktası


Her yerde olan, hiçbir yerde değildir. Martialis

Birey bir hedefe ulaşmak istediğinde belli bir zaman, para ve enerji harcamayı göze alır. Fakat bu hedefe doğru yol alırken işler her zaman yolunda gitmez. Öyle ki, hedefin amacının sorgulandığı bir döneme girilir. Eylemin başarısızlığı düşüncesi, hedefi domine eder. Birey sarpa sarar. Burası vazgeçmenin ya da devam etmenin kırılma noktasıdır.

Kırılma noktasında yapılması gereken, yapılan eylemi ve amaçları hatırlamak ve gerçekten isteyip istemediğini sorgulamaktır. Bu nedenle, bazen vazgeçmek, başka seçenekleri değerlendirmek için en iyisidir.

Etiketler: , ,

Sanrılar, Sesli Okumalar #4

                  “bir şeyleri uzun uzun anlatmanın ve dinlemenin eşiğinden çıkıp geldim.”

Etiketler: , ,

Sosyal Kimlik Trajedileri ve Çıkmazlar

Daha fazla grup keşfetmek istemiyorum.
Daha fazla gülücük, daha fazla yorum, daha fazla kamera görmek istemiyorum.
Daha fazla emir kipi görmek istemiyorum.
Takip et, Abone ol, Kayıt ol, Oturum aç, Beğen, Paylaş, Yorum yap, Yerini bildir, İlişki durumunu söyle, ne yediğini söyle, ne içiyorsun, kiminlesin, ne düşünüyorsun, söyle!
Bunun hiç sonu gelmiyor.
Sosyal kimliklerimizi dijital kimliklerimizle takas ettik, kimliğimizi terk ettik, simülasyon kimliklerle simülasyon bir evren yarattık ve hepimiz bunun içindeyiz.
Bir arama motoru yapıldığından bu yana, kafamıza takılan her şeyi ona sorup, aldığımız cevaplarla tatmin oluyor bazense hastalık teşhisi koyuyor ve hastalığımızı onaylıyoruz!
Sosyal profillerimizi bir çipin içine yerleştirdiğimizden bu yana insan kalan yanlarımızı, bizi insan yapan her şeyi dokunmatikleştirdik. Sarılamıyoruz, öpüşemiyoruz, konuşamıyoruz, hissedemiyoruz.
İfade ettiğimiz şeyleri artık tek bir görüntü ifade edebiliyor.
Gülmek, ağlamak, üzülmek, endişe etmek, kaygılanmak, merak etmek, korkmak…
Yaptığımız şeyler, kimliğimiz, düşüncelerimiz, dijital profillerimize yüklendikçe gerçek kimliğimiz siliniyor.
Dışarıda yürürken suratlarımız asıksa, bizi güldürecek bir arkadaş yerine, bir karikatür ya da komik bir video seçiyor, izliyor, anlık dozlarla bir sonraki krize kadar kendimizi savuşturuyor, rahatlıyoruz.
Ben tüm bunlardan çok sıkıldım ve yalnızca bir hayatım var.
Hepimizin yalnızca bir hayatı var!
Az ya da çok, kararında ya da değil, hepimiz bir şekilde bunun içindeyiz.
Bütün hayatımız, evrimimiz, ilerleyişimiz, kendimizi küçücük ekranlara hapsetmek, orada olup bitenleri endişeyle, merakla ya da öfkeyle takip etmek için miydi?
Konuşmak, anlatmak, kendini kötü hissettiğinde birinin omzunda ağlamak, mutlu olduğunda birine sarılmak, gülmek…
Ne zaman bu kadar iticilik, sıradanlık ve seçicilik gerektirdi?
Sen, ben, biz.
Sahiden gerçek miyiz?

Etiketler: , ,

Platonik

Seni anımsadığımda, aylar, mevsimler ve günün her saati, ayaklarımın altında eriyor; dokunduğum şeylere karışıyorum. Gözlerinle tanışıklığımız evvel zamandan, bir tek onlar yaşlanmıyor, bir onlar hala çocuk.
  Ahir zaman, gövdeni bir çınar ağacına karıştırdı. Belki de aşıkların adını kazıdığı bir mabet oldun. Toprak uyuyor; çırılçıplağım. Aralığın sızısını kemiklerimde hissediyorum. Gün, geceye döndüğünde, mahcubiyetim artıyor; sana, kendime…
  İçimde uzun yollar biriktirdim ve beni yarı yolda bıraktığın için kırgınım, kızgınım. Her yeni güne uyandığımda, aynadaki yansımama yeniden başlıyoruz demekten, usandığım zamanlar oluyor. Dünyanın geri kalanının yaptığı gibi; gündelik telaşlarla yaşıyorum. Şehre küfrediyor, adına toplu taşıma denilen mezarlarda panik atak geçiriyorum. Uğultulara karışıyor ve hiç bir şey olmamış gibi davranmak konusunda kendimi geliştiriyorum. 
  Yoksun, sessizliğim boşluklarda yasalaşıyor; hafif ve saydam, onu taşıdıkça ağırlaşıyor. Kederimi, tanımadığım kalabalıklara pay ediyorum. Sen varken, gemilerin kıç tarafı neşeliydi. Şimdilerde yoksunluk krizlerimi tetikliyor.
  Her şeye rağmen, başımın üzerindeki sonsuzluğa bakıyorum; baharın yeniden geleceğini söylüyor.
Bunu, yarını görmek için saklıyorum.
  Zaman, büyük bir boşluk; endişelerini, umudunu, kaygılarını, sevincini ve hüznünü bu sonsuzlukta, bir ninniyle uyut.
Yosun kaplı, yıkık-dökük bir iskelenin kıyısında sana sarılmak için bekliyor olacağım.

Etiketler: , ,

Gerçeklik Algısı Üzerine

Çevremizde gerçek dışı bir alan yarattık ve bu alanda söz sahibi olduğumuzu, tüm kontrolün bizde olduğunu sanıyorduk. Fakat kontrol bizde değil. Bu gerçek dışı alana o kadar fazla kontrolsüz veri aktarımı sağladık ki, kontrolün hala bizde olduğu düşüncesi cılız bir avuntudan öteye gidemez. Milenyum sonrası sosyal normlar baştan yazılmaya başladı. Bu süreç her birimizi öncelikle istatiksel olarak kayıt altına aldı: Hobilerimiz, aktivitelerimiz, kültürümüz, düşüncelerimiz ve daha birçok altgrupda etkileşim içerisinde olduğumuz şeyler bütünü böylelikle ne düşünmek ya da ne hissetmek istediğimize dair bize seçenekler sunmaya başladı. Tüm bu olanlar o kadar hızlı ve kolay gelişti ki, bize sunduğu seçenekleri eleştirmeden, sorgulamadan, üzerine düşünmeden yan etkilerini göz ardı ederek kabullendik. Çünkü yenilik istiyorduk. Bunun nasıl olması gerektiği konusunda hiçbir fikrimiz yoktu ve dolayısıyla nasıl olması gerektiğine karşı da müthiş bir ilgisizlik besliyorduk. Önemli olan, olmasıydı. Bu özgür ve kontrolsüz ortam bize nedenleri ve nasılları sorgulamadan sonuçlara daha hızlı ulaşmayı vaat ediyordu. Başlarda bu sistemin bir takım zararlar verebileceğine dair endişelerimiz olsa da, bu endişeleri ciddiye almadan bir bağışıklık geliştirmeye başladık. Çünkü yarattığımız gerçeklik bize sürekli olarak bunun kontrollü bir akış olduğunu ve hiçbir zararının da olmadığını sürekli olarak pompalıyordu ya da biz öyle inanmak istiyorduk. Bilirsiniz ki, bir çıkmazın içindeyseniz sizi kurtaracak şeyin ne olduğunu düşünmeden kurtarıcı olarak düşündüğünüz şeye karşı bir olumlama geliştirir ve zaten kırılmış olan iradenize bunu çok da zorlanmadan kabullendirerek tutunursunuz. Biz de tam olarak böyle yaptık, kendi potansiyelimizi göz ardı ederek panik halinde kurtarıcılarımıza tutunduk. Bu tıpkı bir tüccarın işleri kötüye giderken kendini o darboğazdan çıkaracak ve günü kurtaracak daha da kötü bir seçeneğe geçiş yapmasına benziyor.
Ve biz, ısrarla tökezlemeye devam ederken tüm bu karmaşayı görmek için, bize engel olan şeyin dışından bakmamız gerektiğini hatırlamıyoruz. Yaşam basittir: nefes al-nefes ver. Her şey böyle başladı, hatırla. Bazen en basit hatalar, bakmayı göz ardı ettiğin yerde olabilir.

Etiketler: , ,

İnsanlara Bağlı mıyız, Bağımlı mı?

İnsanlar, hayatımızın bir köşesine koyabileceğimiz eşyalar gibi değillerdir. Dolayısıyla, eylemleri, fikirleri ve varlıkları ihtiyaçlarımızı karşılamıyor ya da tatmin etmiyorsa hayatımızdan çıkartmamız gerekir.
Fakat bir çoğumuz, kişisel kaygılarımızdan dolayı bu basit eylemi yerine getiremeyiz.
Bu noktada kararı etkileyen ve onu arafta bırakan birçok psikolojik etken vardır.
Öyle ki bu etkenler ikili ilişkileri pasifize etmeye başlar.
İlişkilerde pasife düşen davranışlar giderek kendi çıkmazlarını yaratan birer sorun haline dönüşürler.
Bu genelde, bir olayın, bir konuşmanın ya da bir davranışın kendini tamamlamamış olmasından kaynaklanır.
Tamamlanmamış eylemler, karar verme mekanizmasını sabote ederler.
Bu sabotaj size üzerine çok da düşünmediğiniz, günü ya da anı kurtarmak için aldığınız kararlarda hata payı doğrudur.
Kaldı ki hatalar sizi asıl konunun odağından uzaklaştırır.
Eğer aldığınız bir karardan ya da uyguladığınız bir eylemin sonuçlarından tatmin olmazsanız, bir sonraki hareketinizde de aynı hataları tekrar edersiniz.
Elbette tüm bu durumların alt metninde bizim hatalara, olaylara, düşünce ve eylemlere olan öznel bakış açımız yatar.
Bir şeyin değişmesinin tek yolu, onu hata olarak görebilmektir.İnsanlar, yokluğunuzun hayatlarında boşluk yarattığını, kendilerini eksik hissettiklerini söyler.
Bir şekilde hayat ya da koşullar -belki de kişiler- sizi birbirinizden uzaklaştırır.
Burada önemli olan, yalnızca samimiyettir.
Hiçbir sağlıklı birey, akıl dışı söylemlerde bulunmaz.
Aksi durum
samimiyetsizliktir.
Çünkü insan bilir ki,
bir boşluk gerçekse, asla doldurulamaz.
Tavsiyem, insanları çıkarlarınız için kullanmayın.
İnsanlara bağlı olun, bağımlı değil.
Hayatımızda hata üzerine hata koyuyor oluşumuzun altında korku, öz saygı ve öz güven eksikliği yatar.
Aldığınız kararlarda şüpheye dair belirtilerin var olmasının nedeni, bu öz güven ve öz saygı zayıflığından kaynaklıdır.
Gerçek, diğer tüm duygular gibi soyuttur.
Fakat iyi bir yaşamın sırrı, kendi gerçekliğimizi yaratabilmektir.
Çünkü insan, kendi gerçekliğini yaratamadan var olamaz.

Etiketler: , ,

Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali, Sesli Kitap #5

“Bütün çekingenliklerim yok olmuştu. Bu kadının karşısında her şeyimi ortaya dökmek, bütün iyi ve fena, kuvvetli ve zayıf taraflarımla, en küçük bir noktayı bile saklamadan, çırçıplak ruhumu onun önüne sermek için sabırsızlanıyordum. Ona söyleyecek ne kadar çok şeylerim vardı… Bunların, bütün ömrünce konuşsam bitmeyeceğini sanıyordum. Çünkü bütün ömrümce susmuş, zihnimden geçen her şey için: “Adam sen de, söyleyip de ne olacak sanki?” demiştim. Eskiden her insan hakkında, hiçbir esasa dayanmadan, fakat o yanılmaz ilk hisse tabi olarak: “İşte bu beni anlar!” diyordum.”

Etiketler: , ,

Hiçbir Şey Sonsuza Kadar Sürmez

​Aslında hiç bir şey geçmiyor.
Gerçekte olan şey, yaparken haz aldığın şeylerin yaşattığı geçici bir takım devinimlerin var olduğu ve o an başka hiç bir şeyi düşünerek mahvetmek istemediğin sarhoşluklar.
Gerçekler bir köşede duruyor.
Bırak, dursun.
Boşver.
Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez.
Öyleyse sürmesin.
Kederini öp.

Etiketler: , ,